27 Haziran 2010 Pazar

fırsat buldukça seviyorum


ne yaptıkların,ne yapacakların, ne düşündüklerin,ne olmasını dilediklerin...şu hayatta aslında ne yaşaman gerekiyorsa yaşadığın yada yaşayacağın o.olanların- olmuşların haricinde,kendinin sandığın fikirlerin, isteklerin üzerinde bile en ufak bir hükmün yok. aldığın kararların, başına gelen olayların her biri bir tesadüf, bir oyun, hayat bir oyun. ozaman söylermisin düşünmek,tasalanmak niye? herkesin ve herşeyin canı cehenneme. salla dostum,siktir et. hadi gidip içelim,güzel bir sevgili düşliyelim, falan filan...


*sen seçmesen de bazen bazı şeyler seni seçer.

24 Haziran 2010 Perşembe

Kafama bir silah dayayın ve duvarları beynimle boyayın


ulan bi mahkemeye verilmediğim kalmıştı.zaten bir şeyler iyi gitse şaşardım.o değil niye mahkemeye verildiğimi de bilmiyorum. kredi borcundan mı acaba? izmitteki aidat borcu desen onu ödedim bitti. neyse yarın ariyip sorayım adliyeyi neymiş. temmuzun 30 unda duruşmaya çağırmışlar,bide işin yoksa bunla uğraş şimdi öff ya. annem zaten ortalığı velveleye verdi hemen. ne borcu niye öyle yaptın niye ettin. sanki keyfimden yaptım, para yok pul yokdu neyle okuduk. bide üstelik bugün mağaza toplantısı vardı.9 da bi girdik 4 buçukda çıktık. sonra bide rapor yaz. tam beynim sikildi,başımın ağrısından ölüyorum. bune ulan dedim napıyorum ben.siktiri boktan insanlarla siktiri boktan işlerle yalandan uğraş dur.başkasının sorumluluğu olmasa üstümde 10 kere kaçıp gitmiştim bi yerlere. ama annem babam soğulsun ki koca bir yük bıraktılar sırtıma. sağolun. kendimden başka herkes için yaşıyorum.

*çok daraldım çok...

23 Haziran 2010 Çarşamba

blü hotel

bi yerlere gidip bi yerlerde kalasım var.
kim gelir benle?

22 Haziran 2010 Salı

mozart öldüğünde çok hüzünçlenmiştim


keşke insanların aklından geçenleri bilebilseydim. keşke ne yapmam yada ne yapmamam gerektiğini görebilseydim. kalmalı mı gitmeli kestirebilseydim. yanlışı mı doğruyumu seçtiğimi hissedebilseydim. bana mı öyle geliyor yoksa hergün hayat daha mı bi çekilmez oluyor.artık daha mı çok nefret ediyorum, yoksa daha mı çok seviyorum, hergün biraz daha mı kopuyorum, yoksa biraz daha mı bağlanıyorum, anlamadım.
ne yapıyorum ben,harbi ne bu??!!

**her gece ölüyor, her sabah yeniden doğuyordum...

20 Haziran 2010 Pazar

ben küçükken annem beni terlikle döverdi


bugün nerdeyse 2 senedir görüşmediğim ama 6 sene boyunca her allahın günü görüştüğüm anamdan babamdan çok gördüğüm arkdaşlarımla görüştüm. hiç bişe değişmemiş gibi caddede gezdik güldük eğlendik kağıt oynadık "way be ne karılar var" dedik. içtik sıçtık vs vs :) deniz nişanlanmış,hakan ilaç mümessili olmuş araba vermişler- sağolsun eve bıraktı-selçuk dubayiden dönmüş,seras yeni işe girmiş,kız terketmiş 1 senedir bunalımdaymış,erselde iyiydi kendine gelmiş gibiydi.falan filan.önce bi dediler nerdesin la öldü biliyoduk seni diye ama sonra yada gel lan tamam dediler. kilo almışın dediler. göt göbek yapmışın he öle oldu dedim. işi sordular, okulu, releyşın şipleri vs vs. onlar sordu ben anlattım,ben sordum onlar anlattı. başım ağrıdı biraz güneşin altında dolaşmakdan kalabalıkdan insanlardan. ama iyiydi gene,evet iyiydi. sosyalleşmek güzel bişe. tıka basa dolu havelka, benzin ,tiki gençlik, yarura hatunlar, şampiyonlar liginde gibi hissettim bian kendimi. ben bayadır dışarı çıkmıyomuşum. hepsi aynı gün bünyeye girince 1 aylık anı depom doldu sanki.eh buda bi 3 ay daha yeter bana.

* insan kendine kısıtlar koymamalı,bir şeyleri yapmak/yapmamak için zorlamamalı.ya yürekten geldiği için bırakmalı yada artık uğraşmakdan sıkıldığı için başlamalı...

16 Haziran 2010 Çarşamba

bugün gri kravatımı taktım,sırf senin için


uzun zamandır yapmadığım pek çok şeyi özledim. bira içmeyi sarhoş olmayı özledim. korkmadan düşünmeden yaşamayı özledim. tek derdimin veremediğim derslerim olmasını özledim. birilerini özlememeyi özledim. paşabahçedeki siktiri boktan ama rahat işimi özledim. kargayı, kadıköy sokaklarında içtiğim günleri özledim.ortayaşa girmeden ortayaş bunalımına girdim. noluyo böle ya. yüzmeye gitsem. terapiste gitsem. bana ilaçlar yazsa. mutlu olsam öyle hissetsem.bir şeyler yapmak için içimden bir şeyler gelse.hoho hihi gülerken böle harbiden gülsem. öf aqyim öf yaa... yapımda ve yayında emeği geçen herkeşe kucak dolusu sevgiler. ne depresyonmuş bi girdim yıllardır çıkmak bilemedim aqyim... :P

*konsere gidek mi?? genç kızlar bana meyil atsın :)

14 Haziran 2010 Pazartesi

bugün 14 haziran 2010, günlerden pazartesi...

ışığa giden güveler gibi,kısacık ömründe neyi niçin yaptığını bilmeden yaşıyorsun.hergün bir şeylere dönüşüyorsun. bir gün önceki sen, sen değil artık. ve sonra, sonrası yok işte ölüp gidiyorsun..

*hayatı dilediği gibi yaşayabilenlere içten içe kin duyarım.

10 Haziran 2010 Perşembe

ölüm bizi ayırana dek...


aslında çoğu zaman gerek kalmaz ölüme ayrılıklar için.çünkü kendi biter,herşey eninde sonunda, sona erer..
gidenler için kızgınlık duymuyorum artık,gücenmiyorumda.daha iyi anlıyorum şimdi.çok özlüyorum çok hüzünleniyorum belki ama elden ne gelir ki,zorla kimi tutabildim ki ben durayım şimdi? sevdiğini sanıp da sevmediğini anlamak ne acı.şimdi nasıl diyeyim ki pardon sevdiğimi sandım ama sevmiyormuşum. denedim ama hissedemiyormuşum. olurmuşmuş öyle desem neder ki bana? ordan oraya yuvarlanan bir bok çuvalıyım ben.

*bir gün uyusam, hiç uyanmasam...

8 Haziran 2010 Salı

sen hiç dans ettin mi sevgilinle?

sanamı kaldı ulan sevgi aşk meşk? ne malafante adamsın ya.
*yada tamam lan sabahları kalk gene.bugün olmadı, yarın olur belki...

7 Haziran 2010 Pazartesi

yosma

çok kıskanıyorum lan. napiim elimden başka bi sik gelmiyo ki. heveslendirip de siktir olup gidenlerin mine koyim. yapmayın böyle, üzülüyoruz...

*tüm yosmalara gelsin... :)

4 Haziran 2010 Cuma

Ah! Sen, beni kelime oyunlarına mecbur edensin.


Bir şeyler kırılıyordu, bir şeyler kırıldı. Kendini-nasıl demeli?- dayanıklı hissetmiyorsun artık: Sana bugüne kadar güç veren-öyle sanıyordun, öyle sanıyorsun-, yüreğini ısıtan şey, varoluş duygun, neredeyse önemli olduğun duygusu, dünyaya bağlanma, dünyada kalma duygusu eksikliğini hissettirmeye başlıyor. (...) Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkip aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen basparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet.’

Fazla ağır olduğunu düşündüğün bu bedeli ödemek istemiyorsun artık. Bu yumuşak dehşetin baskısına daha fazla karşı koyamıyorsun. Kendinden usulca vazgeçiyorsun. Kendinden, bilincinden, epey bir zaman dünyanın merkezi olduğunu varsaydığın konumundan el çekiyorsun. Dünyanın selameti için vazgeçilmez bir unsur değilsin. ‘Yaratılmışların en şereflisi’ olmadığını biliyorsun artık. Bu çılgın hızdan, bu çılgın hızın senden bağımsız olarak almış olduğu gidişattan korkuyorsun. Korku tüm hücrelerini ele geçiriyor. İçinde, kanına kardeş dolaşan bir şey oluyor korku. Yapacak tek bir şey kalıyor senin için: yenilgiyi kabul etmek. Kabul ediyorsun. Dünya üzerindeki yerini, konumunu, koordinatlarını tekrar belirliyorsun. Mağlupların sinikliği var üzerinde. Kaybetmişlerin çaresizliği. Her yanına sinmiş çıkışsızlığın ağır kokusu. Dünya senin etrafında dönmüyor artık.

Modern yaşamın sorunlarına çözüm bulan bir çok ‘Şey’in var. Kanepe sorununu çözdüğünü düşünüyorsun. Oldukça saygın bir gardırobun var. Kaliteli bir müzik setine sahipsin. Yin Yang desenli kahve sehpan oturma odana ihtiyacı olan farklılığı getirdi. Ne tür bir yemek takımının kişiliğini yansıtacağını biliyorsun. Eve kızgın ve sıkıntılı geldiğin zamanlarda daireni temizliyorsun. İskandinav mobilyalarını cilalıyorsun. ‘Şeyler’le tam olarak çevrilebilmen için az kaldı. Yakında tamamlanacaksın. Bir süre sonra hayatta kalma oranın sıfıra inecek ama sen o an gelinceye kadar satın almaya devam edeceksin.

‘Şeyler’in etrafında kalabalık oluşturduğu bir merkezsin sen.

‘Şeyler’ dünyasına bağımlısın. O güler yüzünün yansıyacağı parlak ‘Şeyler’e ihtiyacın var. Boşluğa, tamamlanmamışlığa tahammülün yok. Sen eşya katalogu muptelasısın. Telefonla sipariş dünyasının bir parçası. Kablolu her oyunda(fax, lap-top, telefon...) oynamak isteyen bir gönüllüsün. Sen bir ölüsün. Sen insanı öldürürsün. SÜN. SÜN. Sünepesin. Süngersin. ‘Şeyler’i emen emen emen ve ‘Şeyler’ tarafından emilen doymak bilmez bir süngersin. Sürgündesin. ‘Şeyler’in soğuk ve ele geçirici dünyasının sayısız sürgününden birisisin. Sürgünlüğünü seçme özgürlüğü zanneden bir süzmesin. Ah! Sen, beni kelime oyunlarına mecbur edensin.

Efendisin. Kölesin. Bir çok ‘Şey’e sahip olan bir efendisin. Sahip olduklarının sonunda sana sahip olduğu bir kölesin.

chuck palahniuk

*sevmiyorsan vede sevilmiyorsan herşey boş, herşey anlamsız...