30 Ağustos 2010 Pazartesi

SORUN SENDE DEĞİL BENDE


annemi yolladım şuan uçakta,bir kaç saat sonra panik atak geçirip ölmezze sağ salim iner Katara :)
artık gerisi ablamda.1 ay boyunca all alone... akşam yemeği olarak 1 litre süt ve eti prenses kadar güzel bir seçim olamaz.yarın işe gitmekde olmasa daha iyi olurdu. sanırım benim derdim çalışmak. yoksa bütün işler bi yerde aynı. sabah kalk otobüse bin ofise git otur gel falan filan. miskinlik ruhumda var. akrabalar arkadaşlar insanlar iş güç herkes herşey gereksiz bir lüks sanki. çarşamba nakkaş tepeye restorana gidiyomuşuz şirkette. iftara yemeğiymiş ne iftarıysa artık. gelmiyim dedim ne işim var benim aqyim oralarda.gel lan dediler. berbere gitmem lazım param yok. maaş yatsa keşke. yarın banyo yaparım sabahtan. ütülü gömleklerim ve pantolonumun ömürleri en fazla 1 hafta sonra ne olur bilemem. neyse özetle önümdeki hiçlik günlerini hiçlik yaparak geçirmek için hazırım. belki eve karı falan atarım. bilemiyorum. ahahaha :D
şaka lan ne karısı manyağa bak. ulan ne ibişsin yaa :)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

The Drapery Falls


cuma günü serbest kıyafet olmasına rağmen ibiş gibi gömlek kumaş pantolon giyip işe gittim. içeri girince durumu farkettim ama hiç bozuntuya vermedim. oturdum bilgisayarı açtım.ne iş diye soranlara"yaw düğün var oraya gidicemde akşam" dedim. hı dedi herkeş, ama bence yemediler. :P
nası geçicek bugün diye dediğim hergün eninde sonunda geçiyo,aylar su gibi akıyo. annem katara gidiyo ablamın yanına 1 ay yok. ütü mütü yemek falan vs vs. acil bir sevgili yapmam lazım gelsin yemek yapsın. yoksa acımdan ölürüm.evide bok götürür. insanların varlığını yavaş yavaş unutuyorum. onlarda beni unutuyo. şu internette olmasa zaten kimsenin kimseden haberi yok. turkcell bile msj atmıyor artık. inception a gittim güzel film. uzun zamandır izlediğim en iyi filmlerden biriydi. bayadır içkide içmiyorum. en son 1 ay önce emrelerde balkonda rakı içtik. iş ev derken çıkmaya çıkmaya dışarlar gene bi korkutucu gelmeye başladı bana. evime gireyim keyfime bakayım modundayım. annem yok evde. dayımlara çocuk bakmaya gitti. tavuk aldım onu yapayım bare.şimdiden alıştırayım kendimi 1 hafta sonra yok. of napacam hacı ya. nerden bulam ben birini şimdi. tanış, tanı, eve getir. hazır yapılmış sevgili yokmu civar illerde... :)



Please remedy my confusion
And thrust me back to the day
The silence of your seclusion
Brings night into all you say

Pull me down again
And guide me into pain

I'm counting nocturnal hours
Drowned visions in haunted sleep
Faint flickering of your power
Leaks out to show what you keep

Pull me down again
And guide me into...

There is failure inside
This test I can't persist
Kept back by the enigma
No criterias demanded here

Deadly patterns made my wreath
Prosperous in your ways
Pale ghost in the corner
Pouring a caress on your shoulder

Puzzled by shrewd innocence
Runs a thick tide beneath
Ushered into inner graves
Nails bleeding from the struggle

It is the end for the weak at heart always the same
A lullaby for the ones who've lost all reeling inside
My gleaming eye in your necklace reflects stare of primal regrets
You turn your back and you walk away never again

Spiralling to the ground below
Like Autumn leaves left in the wake to fade away
Waking up to your sound again
And lapse into the ways of misery

19 Ağustos 2010 Perşembe

piedra ırmağının kıyısında oturdum,ağladım


film haritası bloğunda gördüm çaldım.
4 nikah bir cenazeden yürek parçalayan bir replik.
oturdum ve ağladım.

Tüm saatleri durdurun, telefonu kesin,
Köpeği havlatmayın arkasında sulu bir kemiğin,
Piyanoları susturun, ve çalarken boğuk sesli davullar
Tabutu çıkarın dışarı, gelsin yas tutanlar.

Uçaklara inleyerek daireler çizdirin göklerde
Yazarken bu haberi, "O öldü." diye,
Siyah fiyonklar takın beyaz boyunlarına güvercinlerin,
Trafik polislerine siyah eldivenler giydirin.

O benim Kuzey'imdi, Güney'imdi, Doğu'mdu ve Batı'mdı,
Çalışma haftam ve Pazar rahatımdı.
Öğlem, gece yarım, konuşmam, şarkım;
Sevgi sonsuza dek sanırdım, yanıldım.

Yıldızlar artık gereksiz, söndürün hepsini
Ay'ı paketleyin, parçalayın Güneş'i
Dökün okyanusu, süpürün ormanı
Artık hiçbir şey güzelleştiremez hayatı.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

endoplazmik retikulum


*Tanrım ; değiştirebileceğim şeyler için değiştirme cesareti ver,

değiştiremeyeceğim şeyler için ise kabullenme gücü..

Ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilmek için de bilgelik ver...

..Mr. Brooks.


insanlar etrafında konuşurken, yerken, içerken, çalışırken,yürürken,otururken,bir şeyler anlatırken senin bunların farkında olmadan kendi içinde kaybolup gittiğin anlar olur. zaman çevrende o kadar hızla akar ki,yada sen artık o kadar yavaşsındır ki algılayamazsın. tepki vermek yada vermemek,buna değermi diye düşünmeye de başlıyabiliyor bazen insan.

katatonik hallerimde beni yalnız bırakmayan tauramın hayaline sevgiler.bilki bunları aslında ben hep senin için yazıyorum...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

tüfengim elimde

*hepinizi vururum ulen..



5 Ağustos 2010 Perşembe

Dancing with the Bag


doğum günüm diye dün bana süpriz yapıp pasta almışlar. gerçi pek süpriz olmadı çünkü herkese yapılan bişe ama genede bozuntuya vermedim tabi.yalandan da olsa ve herkesin asıl amacının pasta yemek olduğunu bilsemde iyi hissettirdi. sonra bir elin parmaklarını geçmeyen dostlarım ve de ablam aradılar, sağolsunlar. bir yılda daha çürüdüğünü hissetmek ve hala yerinde saydığını bilmek hernekadar iyi bir duygu değilse de bir şekilde ritüellere uymak gerek. kutluyorlarsa bu onların seni sevdiğinden,insan birazcık sabat etmeli. öylede yaptım. ve sonra işe güce devam ettim.

iş çıkışı ,akşam,belkide çok ama çok uzun zaman önce buluşmam gereken kişiyle buluştum. kendime buluşmanın yada o kişinin varlığının herhangi bir ehemmiyeti yokmuş,olmasa da olurmuş gibi hissettirmeye çalışsamda, şuan şu vakit anlıyorum ki sandığımdan çok daha önemliymiş. eğer öyle olmasa onu düşünmez, dün geceki uykusuzluğumun sebebi bu düşünceler olmazdı.
aşık olmanın boktan yanlarından biride;yalnızken hayatta hiç bir amacın, bekletin yokken, birilerinin yaşamına girmesiyle farkında olmadan artık beklentilerinin olduğunu görmendir. hiç bir beklentim yok diyen kişinin yaptığı şey sadece kendi kendini kandırmakdır,telkindir.çünkü hayatında olmayan şeyin varlığını az da olsa ucundan hissetmek, güçlü bir rüzgarın şemsiyeni ters çevirmesi gibidir.
bu andan sonra bir şeyler olur mu olmaz mı bilmiyorum,şuan mevcut olan şey nedir onu da bilmiyorum.az biraz sezinlediğim bir şey varsa ,o da yüzdüğüm bu suların bir kaç kere boğulduğum sulara çok benziyor oluşu...

*Amantes amentes - Aşık olmak deliliktir.

3 Ağustos 2010 Salı

I am Jack's inflamed sense of rejection


yarın doğum günüm diye 25 liralık hediye çeki verdiler şirketten. "genco bey?"diye bir sese karşılık "efendim" dedim insan kaynaklarından gelen huri gibi kıza. "yarınki doğum gününüzü şimdiden kutlar,tebrik ederiz. iyiki doğdunuz" dedi. telefonla görüşüyodum bi tarafdan da "ee,teşekkürler" dedim. sonra zarfı elime tutuşturdu. bi elimde zarf bir elimde telefon öylece kala kaldım. ahizeden "aloov alovv diye yankılanan sese "ben sizi ararım birazdan" dedim. sonra çalıştım çalıştım ve biraz daha çalıştım.sonra akşam oldu eve geldim.

27 yıl 11 ay 30 gün 23 saatir nefes alıp veren, sırf uzayda yer kaplamak için tonlarca besini yakıp enerjiye çevirmiş bir organizma olarak benliğimin ve varlığımın farkındalığıyla diyeceğim şudurki "way aqyim şimdi ne olacak?"

eşşeğin ziki olacak diyişinizi duyar gibiyim ;)




2 Ağustos 2010 Pazartesi

It's Monday Morning

pazartesi yarı uykulu işe giderken radyoda bunu duymak...
bak işte bu hiç olmadı dostum,üzüntülere gark eyledi, sabah sabah hüzünçlendirdi.

olur öyle...




At eight o'clock we said goodbye, that's when I left her house for mine. She said that she'd be staying in - well she had to be at work by nine. So I get home and have a bath, and let an hour or two pass; drifting in front of my TV, when a film comes on that she wants to see.

It's Monday Morning 5:19, and I'm still wondering where she's been, 'cos every time I try to call I just get her machine. And now it's almost six am, and I don't want to try again, 'cos if she's still not back then this must be the end.

At half past two I picture her in the back of someone else's car - he runs his fingers through her hair... Oh you shouldn't let him touch you there!

It's Monday Morning 5:19, and I'm still wondering where she's been, 'cos every time I try to call I just get her machine. And now it's almost six am, and I don't want to try again, 'cos if she's still not back then heaven knows, what then, is this the end?

1 Ağustos 2010 Pazar

bir dilek tut


banliyo trenlerinde banyo olduğunu sanmam gibi yıldızları da karanlık bir örtüden sızan ışıklar zannederdim. yapıcak daha iyi birşey olmadığından sıcak yaz günlerinde kurduğumuz,dedemlerin "çocuktur oynasınlar diyip kimseyi karıştırmadığı bahçedeki çadır evlerimizden kafaları çıkarır bıkmadan usanmadan bu sayısız ışık zerreciklerini seyrederdik. kendi kendime şekiller yaratırdım. işte bir kelebek ve işte bir tava. şurdakileri birleştirince kaplumbağaya benzemedi mi? işte şuradaki bir tavşan ve sağda ki kocaman şişko bir kedi... vs vs...
temmuz sonu ağustos başında astroid kuşağına girildiğinden bir sürü yıldız kayar.yağmur yağar gibi durmadan dökülüp dururlar, aniden parlayıp sönerler...
ve şimdi sende benim gibi boş boş balkonunda oturuyorsan yada yatağının hemen yanından baktığın pencereden gözüküyorsa gökyüzü herşeyi bir kenara bırak. işini,evini,arkadaşlarını,sevgilini,öfkeni, hayal kırıklıklarını,özlemlerini,yalnızlığını unut. yıldızları dinle,kendini dinle..

sonra ilk kayan yıldızla birlikte bir dilek tut,ama kimseye söyleme...